Irkçılık

Yeni Neonazi tehlikesi – NSU 2.0

  • Beitrags-Autor:
You are currently viewing Yeni Neonazi tehlikesi – NSU 2.0

2000 ile 2007 yılları arasında sekizi Türk toplam on kişiyi öldüren Neonazi terör örgütü NSU, 2011 yılında iki örgüt üyesinin yaşadığı karavanda şaibeli şekilde ölü bulunması üzerine deşifre olmuş, hayatta olan son üyesi Beate Zschape 11 Temmuz 2018’de ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilmişti. NSU’ya yardım ve yataklık yapmakla yargılanan dört sanık ise mahkemece hafif cezalar alarak tahliye edilmiş, devlet kurumları içerisindeki Neonazi yapılanmasını aydınlatacak kanıtların erişimi 120 yıl yasaklanmıştı.

Mahkeme, ırkçı cinayetler zincirini ve örgüt üyelerinin devlet içerisinde polis ve istihbarat teşkilatları ile bağlantılarını aydınlatmadığından, NSU tehdidi NSU 2.0 olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor. İki yıl içerisinde siyasetçi, avukat, sivil toplum mensubu tanınmış kişilere yüze yakın NSU 2.0 imzalı tehdit mektubu yollandı.

NSU 2.0 ırkçı örgütün varlığı ilk 2018 yılında NSU davası müdahil avukatlarından Seda Başay Yıldız’a yollanan tehdit mektubu ile ortaya çıktı. Mektubu kaleme alan şahıs veya şahıslar, avukat Başay Yıldız’ın küçük kızını öldürmekle tehdit ediyordu. Tehdit mektubunda yer alan özel bilgilere sıradan vatandaşın ulaşması mümkün olmadığından, dikkatler uzun zamandır kuşkulanılan polis içerisindeki Neonazi yapılanmasına çevrildi. Mektupların arkası kesilmedi. Yeşiller ve Sol Partili siyasetçilerin yanı sıra ilk Türk kökenli büyükşehir belediye başkanı seçilen Hannover Belediye başkanı Belit Onay’ın da tehdit mektubu alan kişiler içerisinde olduğu bildirildi.

Kurumsal ırkçılığın boyutları siyasetçileri korkutuyor

Mültecilere kucak açması ile tanınan CDU’lu Kassel Bölge Valisi Walter Lübcke’nin Haziran 2019’da evinin terasında başından vurularak öldürülmesi kamuoyunda infiale yol açmış, artan ırkçılığın oluşturduğu tehlikeyi gözler önüne sermişti. Lübcke cinayeti, Hitler Almanya’sı sonrası bir siyasetçinin öldürüldüğü ilk ırkçı eylem olması vesilesiyse sembolik değer taşıyor.

Federal İçişleri Bakanı Seehofer, Lübcke cinayetinin hemen ardından kamu kurumlarında ırkçı yapılanmanın boyutlarını ortaya koyacak bir araştırma yapılacağını duyurmuştu. Ancak kısa süre sonra 16 eyaletin anayasayı koruma teşkilatının ve askeri istihbaratın (MAD) destek vereceği araştırmanın yapılmayacağı açıklandı. İçişleri Bakanının fikrini değiştirmesi dikkat çekici. ‚Polis teşkilatı içerisinde kurumsal ırkçılık olmadığından bilimsel bir araştırma yapılmasına gerek duyulmamaktadır’ açıklaması, Alman yetkililerin kurumsal ırkçılığın boyutlarının kamuoyuna yansıması ile yüzleşmeye hazır olmadığını gösteriyor. 

İçişleri Bakanının, ırkçılık sebebiyle disiplin cezası almış polisler hakkında rapor tutmak dışında bir araştırma yapılmayacağını açıklaması, polis ve istihbarat içerisindeki Neonazi yapılanmaları ile geçmişte olduğu gibi mücadele edilmeyeceğini gösteriyor.

Devlet ideolojisi ve Neonazi geçmiş

İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Almanya Federal Cumhuriyeti’nde ırkçı gruplar tarafından işlenen cinayetler, kundaklama ve bombalı saldırılar bugüne kadar devam etmesine rağmen, Almanya terörizm tarihinde ırkçı eylemler dikkate alınmıyor. Almanya’da terör geçmişi konu edildiğinde ilk akla gelen radikal sol örgüt olan Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) faaliyetleri. Devlet aklı ve toplumsal yakın tarih okuması Neonazi grupların oluşturduğu tehlikeyi küçümsediği, hatta yok saydığı aşikar. NSU davası, küçümsemenin boyutlarını gözler önüne seren en önemli süreçlerden biri oldu. Soruşturma ve yargılama sürecinde dosyaların imha edilmesi, cinayetlerin arka planını aydınlatacak belgelerle ilgili 120 yıl gizlilik kararı alınması, istihbarat teşkilatının elemanı olan ‘güvenilir’ kişilerin (V-Mann) azılı Neonazi olması ve cinayet mahallinde bulunması devlet kurumları içerisindeki Neonazi yapılanmasının Hitler Almanya’sından 75 yıl sonra dahi korunduğunu gösteriyor.

1950’lerden bu yana doğu ve batı Almanya’da şiddet üreten ırkçı ideolojiler ve militan yapılanmalar reorganize edilerek varlığını sürdürmeye devam etti. 1950 ile 1980 arasında ırkçı terör saldırılarında hayatını kaybedenlerin sayısı 27’ye ulaşmıştı. 90’larda yabancıların evlerinin ve mülteci yurtlarının kundaklanmasıyla gündem oluşturan Neonazi gruplarla hiçbir dönem ciddiyetle mücadele edilmedi. 2000’lere geldiğimizde ise NSU cinayetleri ile ırkçı terörizm farklı bir boyut kazandı. Yer altında örgütlendiği iddia edilen örgüt bağlantılarının farklı eyaletlerin istihbarat ve polis teşkilatı mensuplarına dayandığı görüldü.  

Hız kesmeden artan ırkçılık, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana varlığını sürdüren Neonazi örgüt yapılanmasının kendini yenileyerek güç kazandığını gösteriyor. Bu devamlılıkta en büyük rolü oynayan kurumlardan birisi Anayasayı Koruma Teşkilatı. Nazi döneminde önemli görevlerde bulunan ırkçılar Anayasayı Koruma Teşkilatı, Polis Teşkilatı ve İçişleri Bakanlığı gibi kurumlar oluşturulurken kendine yer bularak sistem içerisinde sözde rehabilite edildi. 

Almanya’da Anayasayı Koruma Teşkilatı, kamuoyunda terör ve güvenlik algısını belirleyen en önemli kurum. Irkçı terörizmin küçümsenmesinde ve tehdit olarak algılanmamasında en büyük rolü oynuyor. Her yıl yayınlanan ve ülkedeki farklı terör yapılanmaları ile ilgili bilgi veren Anayasayı Koruma Teşkilatı Raporu toplumun ırkçı terörizmi büyük bir tehdit olarak algılamayışını doğrudan belirliyor.

Irkçılık form değiştiriyor, dönüşüyor, varlığını sürdürüyor

Almanya’da ırkçı hareket çok katmanlı bir yapı oluştururken, ırkçı eylemlerde bulunan şahısların birçok örgüte veya platforma aynı anda üye olduğu gözlemleniyor. Lübcke cinayetini itiraf eden Stephan Ernst’in adının NSU dosyasında on bir kez geçmesi ve Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından bilinen bir kişi olmasına rağmen önlem alınmamış olması polis ve istihbarat içerisindeki Neonazi yapılanmasının boyutlarının sanıldığından daha büyük olduğunu gösteriyor. Alman güvenlik kurumları içerisindeki güç odakları, ırkçı yapılanmaların deşifre olmasının ‘devlet alehine’ olacağına inandığından, ihtiyaç duyulduğunda kullanılmaya elverişli Neonazi örgütler çökertilmiyor.

Polis ve istihbarata güven azalıyor

Polis ve istihbarat teşkilatı içerisinde kurumsal ırkçılık ve sağ yapılanmaların güçlü olduğunu ifade eden uzmanlar, görevin kötüye kullanan polis teşkilatı mensuplarına yaptırım uygulanmadığından şikâyetçi. Tehdit mektubu yollanan kişilerin kimlik bilgilerinin Hessen Polis Teşkilatı bilgisayarlarından taranmış olduğu bilgisinin medyada yer bulması üzerine, CDU’lu Hessen İçişleri Bakanı Peter Beuth, polis teşkilatı içerisinde ırkçı ağın varlığını kabul etmek zorunda kaldı. Buna rağmen bakanın sözlerinin eyleme döküldüğü ve ırkçı yapılar ile mücadele edildiği söylenemez.

NSU avukatı Başay Yıldız’ın yaşadığı süreç, uzmanların bu iddiasını doğrulayan nitelikte. İki yıl içerisinde dört tehdit mektubu alan NSU avukatı, tehditlerin ciddiye alınmadığından ve sonuç odaklı soruşturma yürütülmediğinden şikâyetçi.

Son dönemde NSU 2.0 imzalı tehdit mektuplarının Yeşiller ve Sol partili siyasetçilere de yollanması, konunun tekrar gündeme taşınmasını ve siyasi irade tarafından ciddiye alınmasını sağladı. NSU 2.0 imzalı ilk tehdit mektubunun 2 yıl önce yollanmasına rağmen, NSU 2.0’yi soruşturmak üzere polis özel temsilcisinin atanmasının Alman siyasetçilere yollanan tehdit mektuplarının ardından gerçekleşmesi, ırkçı tehdide muhatap olanlar arasında da ayrımcılık yapıldığını gösteriyor. Avukat Başay Yıldız, özel temsilci atanmasını önemli bir adım olarak görmekle birlikte, ikinci sınıf vatandaş gibi hissettirdiğinin altını çizdi. Tehdit mektupları, siyasette etkin kişileri hedef almasaydı NSU 2.0 ırkçı tehdidi yok sayılmaya devam edecekti.

 

Schreibe einen Kommentar