Tehdit Algısı ve Kültürel Zenginlik İkilemi Arasında Avrupalı Müslümanlar

  • Beitrags-Autor:
You are currently viewing Tehdit Algısı ve Kültürel Zenginlik İkilemi Arasında Avrupalı Müslümanlar

Tehdit Algısı ve Kültürel Zenginlik İkilemi Arasında Avrupalı Müslümanlar

Batı Avrupa ülkelerinde Müslüman olarak var olmak hiçbir zaman kolay ve sorunsuz olmamıştı. Son 50 yılda göçmen toplumlara, özellikle de Müslümanlara karşı sayısız eylem gerçekleştirildi. Hafızalarda derin izler bırakan saldırılardan bazıları; ikisi çocuk 3 vatandaşımızın 23 Kasım 1992 Mölln şehrinde kundaklama sonucu yanarak can vermesi, 26 Mayıs 1993 tarihinde Solingen şehrinde yine kundaklama sonucu 5 vatandaşımızın yanarak can vermesi ve aynı aileden 14 kişinin ağır yaralanması şeklinde sonuçlanmıştı. 1990’lı yıllar ırkçı grupların güçlendiği yıllardı. Yine o yıllarda kurulduğu var sayılan NSU terör hücresi 2000 ile 2006 yılları arasında silahlı saldırı sonucu sekizi Türk olmak üzere, bir Yunan ve bir Alman polisi öldürmüştü. 2004 yılının Haziran ayında aynı terör hücresinin eylemi olduğu bilinen Köln çivili bomba saldırısı gerçekleşmişti. Almanya tarihinde benzeri olmayan saldırıda 22 kişi ağır yaralanmış ve bu yaralanmaların neticesinde yıllarca tedavi görmüştü.

22 Temmuz 2011 yılında Andres Breivik Oslo’da yaptığı ırkçı saldırıda çocuk yetişkin demeden 77 kişiyi soğukkanlı bir şekilde silahıyla öldürmüştü. Norveç’li Breivik’e bu katliamları yaptıran ideoloji ve nefret ile Alman Zschape ve arkadaşlarına cinayetleri işleten zihniyet aynı; Yabancı düşmanlığı ve Avrupa’nın İslamlaşma paranoyası. Yabancılara, mültecilere ve Müslümanlara karşı yapılan eylemlerin listesi uzun. Hiçbir Avrupa ülkesi yok ki, içerisinde ırkçı motifli bir saldırı gerçekleşmiş olmasın. Avrupa’nın ayrım yapmaksızın büyük ve ortak sorunu var ise, o da yabancı düşmanlığıdır.

2000’li yıllardan günümüze, Avrupa’daki ırkçı eylemlerin teması değişti. ‘Irk’ veya ‘milliyet’ odaklı eylemlerin yerini ‘Din’, yani ‘İslam’ odaklı eylemler aldı. ‘Yabancı düşmanı’ olmak mücadele edilmesi gereken bir şey olarak algılanırken, İslam düşmanı olmak adeta normalleşti ve toplumların kabul ettiği ayrımcılık motifine dönüştü. Yukarıda sıralanan eylemleri yapanların hepsinin Hıristiyan olmasına rağmen şimdiye kadar hiçbir teröriste Hıristiyan terörist denmezken, Müslüman olduğu iddia edilen saldırganların kamuoyuna tanıtılmasında ise özellikle ‘İslamist’ tanımlamasının kullanılmak istenmesi Avrupa’nın bu meselelere yaklaşımda gösterdiği çifte standardın bir göstergesidir.

Charlie Hebdo saldırısının yansımaları

Evrensel İnsan Hakları ve özgürlükler bağlamında dünyanın en özgür kıtası olan Avrupa, Müslümanlar için git gide yaşanması zorlaşan ve özgürlükleri kısıtlanan bir kıtaya dönüşüyor. 11 Eylül 2001 tarihinde ikiz kulelere yapılan saldırıda olduğu gibi, 7 Ocak 2015 tarihinde Charlie Hebdo mizah dergisine yapılan saldırı da toplumsal hafızada derin izler bırakacağa benziyor. Müslüman olduğu iddia edilen kişiler tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları en çok Batı’da yaşayan Müslümanların hayatını olumsuz etkiliyor ve ‘İslami Terör’ tanımlaması Avrupa vatandaşları arasında Müslümanların potansiyel bir tehdit olarak algılanmasına yol açıyor. Müslümanlar ile Avrupa toplumları arasında açılmış olan bu uçurumu giderek derinleştiriyor, Müslümanların Avrupa’da kabul görmelerini ve yaşadıkları yere olan aidiyet duygularını geliştirmelerini olumsuz etkiliyor.

Avrupa ülkelerinde uzun süredir sessiz yükselişini sürdüren ırkçı ve İslam düşmanı hareketler, Charlie Hebdo saldırısı ile birlikte görünürlüklerini arttırmaya başladı.

Fransa’daki saldırı sonrası Avrupalı Müslümanlar zan altında bırakıldı. İngiltere’nin azınlıklardan sorumlu Bakanı Eric Pickles ülkedeki Müslüman topluluklara ve camilere bir mektup yollayarak ‘radikal’ kişileri aralarında barındırmamalarını istedi. Mektup iyi niyetle yazılmış olsa dahi, Müslüman toplumun diğer din mensuplarıyla aynı kategoride değerlendirilmediğini gösteriyor. Charlie Hebdo saldırısından kısa süre sonra Londra’nın doğusunda ‘Önce Britanya’ adlı Müslüman karşıtı grup ‘Hıristiyan Devriye’ eylemlerine yeniden başladı.

Fransa ve Belçika’da güvenlik önlemleri en üst seviyeye çıkartıldı. Avrupa başkentlerine inen asker, hiç alışık olunmayan görüntülerin oluşmasına yol açtı. Avrupa Parlamentosu ve merkezi yerlerde elinde silahları ile nöbet tutan askerler toplumsal gerilimin sembolü niteliğinde oldu. Avrupa’da oluşan terör sebepli güvenlik sorunu, özgürlüklerin ve Avrupa değerlerinin sorgulanmasına yol açıyor. Bu süreçte hukuki olmasa da fiili kısıtlamaya en fazla uğrayansa Müslümanların özgürlükleri oluyor.

Almanya’da Ekim 2014’de 500 kişinin katılımı ile başlayan Pegida (Batı’nın İslamlaşmasına karşı Yurtsever Avrupalılar) gösterileri Charlie Hebdo saldırısı sonrasında farklı bir boyut kazandı. Her pazartesi Dresden kentinde ve Almanya’nın farklı kentlerinde toplanan on binlerce yabancı ve İslam karşıtları adeta gövde gösterisi yapmakta. 13 ülkede teşkilatlanan Pegida hareketine katılım, Charlie Hebdo saldırısı sonrası bir hayli arttı. Karşı protestolar yapılması Almanya’da yaşayan Müslümanları rahatlatırken, toplumun içerisinde bulunduğu ayrışmayı da gözler önüne seriyor.

Terör saldırısı kurbanları Müslümanlar

Teröristlerin Müslümanlar ile aynı safta yer aldığı algısı çözüm üretme noktasında Müslümanları ve hükümetleri karşı karşıya getiriyor. Hâlbuki terör saldırısı kurbanı olanlar, aslında Hıristiyan, Yahudi, Müslüman ayrımı yapmaksızın tüm Avrupalılar. Charlie Hebdo saldırısında öldürülen polis memuru Ahmed Merebat, Yahudi süpermarketinde çalışan ve 6 Yahudi müşterinin hayatta kalmasını sağlayan Mali’li Lassana Bathily terörün dininin olmadığının kanıtı niteliğinde. Nitekim Bathily saldırı sonrası verdiği röportajda ‘Ben Yahudi kurtarmadım, insan kurtardım’ dedi.

Son yıllarda yaşanılan toplumsal olaylar da göstermektedir ki, Avrupa sekülerizm ve din ilişkisini gözden geçirmelidir. Tüm dinlere eşit mesafede olma iddiası yerini ‘Hıristiyan-Yahudi’ değerlerini kabul, İslam değerlerini redde bıraktı. Pew Research Center verilerine göre Avrupa Birliği ülkelerinde 20 Milyona yakın Müslüman yaşıyor. Avrupalı Müslümanların inanç değerlerinin kabul görmemesi ileriki yıllarda çıkabilecek sorunları derinleştirecektir. Unutulmaması gereken husus, Charlie Hebdo saldırısını gerçekleştiren Kouachi kardeşler ve Amedy Coulibaly sosyalizasyonunu Fransa’da tamamlamış, Fransız vatandaşlarıydı. Kullanılan ayrımcı ve ayrıştırıcı dil, yeni ‘yerli’ teröristlerin üretilmesine zemin hazırlayabilir.

Angela Merkel Almanya’da hız kazanan ve toplumsal kabul gören İslam düşmanlığı boyutunun farkına vardığı için, kısa süre önce ‘Müslümanlar Almanya’nın parçasıdır’ dedi. Eski Cumhurbaşkanı Wulff 4 yıl önce aynı cümleyi kullandığında Almanya toplumu bu ifadeyi yadırgamış ve önde gelen siyasetçiler Wulff’u ağır bir dille eleştirmişti. Şansöyle Merkel’in bu günlerde bu cümleyi tekrar gündeme getirmesi, Merkel’in Avrupa toplumlarını bekleyen tehlikenin bilincinde olduğunu gösteriyor.

İslam ve Müslümanları, önyargı ile, Avrupa değerlerinin karşıtı olarak kabul etmek ve medyada böyle yansıtmak, Avrupa değerlerine ve Avrupa Birliği’nin en büyük kazanımı olan toplumsal barışa vurulabilecek en ağır darbedir ve bu darbe girişimi tüm imkânlar kullanılarak engellenmelidir.

Schreibe einen Kommentar