Göç ülkesi Almanya

Göç engellenemez belki ama yönetilebilir

  • Beitrags-Autor:
You are currently viewing Göç engellenemez belki ama yönetilebilir
Suriye'nin İdlib kentinde mülteci çocuklar Photo by Ahmed akacha on Pexels.com

Almanya’nın göç ülkesi olduğu gerçeği siyasetçiler tarafından uzun yıllar kabul edilmese de,  göç politikalarında bir paradigma değişikliğine gidilerek, 1 Ocak 2005’de yürürlüğe giren yeni göç yasası ile uyumu desteklemek, Almanya’nı asli görevlerinden biri olarak kabul edildi. Göçmen politikalarında yaşanan değişim, artan ayrımcılık ve ırkçılık vakalarına rağmen Almanya’yı göçmenler için bir cazibe merkezi. Merkel hükümeti entegrasyon politikalarını ulusal güvenlik ve toplumsal birlik ekseninde gündemde tutuyor. Almanya’da göç politikalarının kurumsallaşma süreci, göç politikaları tecrübesi olmayan ülkeler için ‘yapılması ve yapılmaması gerekenleri’ gösteren bir model niteliğinde.

KALICI ÇÖZÜM ÜRETMENİN İLK ŞARTI KABULLENİŞ

Almanya, geçmişten bu yana göç hareketlerinin merkezinde bir ülke oldu. Federal Almanya Cumhuriyeti’nin ilk şansölyesi Konrad Adenauer Hükümeti, ekonomik büyümeden kaynaklı işçi ihtiyacının karşılanması için geleneksel istihdam modeli olan ‘yabancı işçilerin geçici çalıştırılması’ politikasına başvurdu. Gelen ‘misafir işçilerin’ kısa süre sonra Almanya’yı terk edecekleri beklentisi ile uyumu destekleyen orta ve uzun vadeli hiçbir sosyo-politik konsept geliştirilmedi. 1966 ve 1967’de yaşanan ekonomik kriz sonucunda artan işsizlik oranları yabancı işçilere olan tepkiyi artırınca dönemin şansölyesi Willy Brand Kasım 1973’de işgücü anlaşmalarına son verdi.

Almanya’nın göçmen politikasının 1970 ile 1990 arasında ‘göçü engellemek’ üzerine kurulduğu söylenebilir. Merkel Hükümeti, 2015’de oluşan göç dalgasının oluşturduğu siyasi baskılar üzerine Ekim 2015’de iltica ve sığınma hukukunda önemli değişikler öngören birinci İltica Yasası paketini çıkardı. Yasa Pro Asyl gibi uluslararası sivil toplum kuruluşları tarafından mülteci haklarını kısıtladığı gerekçesiyle ağır şekilde eleştirildi. İlk İltica Yasası değişikliğinden sadece dört ay sonra, Mart 2016’da yürürlüğe giren ikinci İltica Yasası Paketi mülteci haklarda yeni kısıtlamalara yol açtı.

Uzun yıllar göç ve uyumu ilgilendiren konuları sivil toplum ve yardım kuruluşlarına delege eden Alman siyaseti, uyum politikalarının uygulayıcısı konumundaki kurumları geç kurdu. Uyum politikalarını yürüten ve şimdiki teşkilat yapısı ile 2006’da Merkel Hükümetinin kurduğu iki kurum; Devlet Bakanı statüsündeki Göç ve Uyum Bakanlığı ve Federal İçişleri Bakanlığı bünyesinde olan Göç, Mülteci ve Uyum Dairesi (BAMF).

Almanya’da iltica başvurusu yapan bir mültecinin ilk muhatap olduğu kurum BAMF. 1953’de kuruluşunda 40 çalışanı olan bu kurumun istihdam kapasitesi 1990’larda 4 bine, 2015 sonrası ise 7300’e çıktı. BAMF’ın çalışmalarına katkı sunan Bilimsel Danışma Kurulu, Mülteci ve Göç Uzmanlar Danışma Kurulu ve Göç Araştırmaları Danışma Kurulu çalışmalarını düzenli sürdürmekte.

İlk entegrasyon sorumlusu 1978’de Şansölye Helmut Schmidt döneminde Heinz Kühn ataması oldu. Kühn hazırladığı raporda yabancılar ile ilgili önemli tespitler ve hükümete politik öneriler sundu ancak dönemin siyasetine nüfuz edemedi. Uyum yerine ‘misafir işçilerin’ anavatanlarına geri dönüşünü teşvik eden politikalar sürdürüldü. 1982’de şansölye olan Hemut Kohl’un ilk icraatlarından birisi ‘Geri Dönüş Teşvik Yasası’nı çıkartmak oldu. Yasada, geri dönenlere 10 bin 500 Mark ve giden her çocuk başına 1500 Mark verilmesi kararlaştırıldı. O dönem Almanya’da yaklaşık bir buçuk Milyon Türk yaşarken bu paketten sadece 100 bini yararlandı. Yasa beklenen etkiyi oluşturmadı.

ALMANYA’NIN ULUSAL ENTEGRASYON PLANI

Merkel’in uyum konusuna yaklaşımı, göç politikalarına bir bütünlük ve uzun vadeli bakış açısı kazandırdığı söylenebilir. Almanya’da ilk ‘Entegrasyon Zirvesi’ 2006’da gerçekleştirildi. Merkel’in inisiyatifi ile, kilise temsilcileri, dini cemaat temsilcileri, sivil toplum kuruluşları, medya temsilcileri, sendikalar, işverenler gibi toplumun farklı kesimlerinin bir araya getirildiği zirvenin sonucunda ‘Ulusal Entegrasyon Planı’ oluşturuldu. Aynı yıl içerisinde ilk ‘İslam Konferansı’ yapıldı.

Ulusal Entegrasyon Planını, mülteciler ve uyumdan sorumlu devlet bakanı koordine ediyor. 11 bakanlığın uhdesinde faaliyetleri kapsayan 100’den fazla eylem ile Almanya’da yaşayan göçmenlerin hayat standartlarının artırılması, fırsat eşitliğinin sağlanması, ırkçılık, nefret suçları ve İslam düşmanlığı ile mücadele gibi hedefler belirlenmekte.

Almanya’nın 2015’den bu yana göçmenler için ne kadar bütçe harcadığı net olmamakla birlikte ayrılan bütçenin yarısının kriz ülkelerinde göç nedenlerinin ortadan kaldırılması için harcandığı bildiriliyor. Federal Maliye Bakanlığı raporuna göre harcanan miktar 2019’da yıllık 23 Milyar (Federal Bütçenin yüzde 6’sı) ve 2020’de 22 Milyar Avro.

Federal Almanya’nın entegrasyon stratejisinin temelinde göçmeni desteklemek varken, göçmenin çoğunluk toplumun ve siyasetin taleplerini koşulsuz yerine getirmesi beklentisi hakim. Dil öğrenmek, değerlere ve hukuka saygılı olmak gibi haklı talepler yanı sıra asimilasyon politikasının ürünü talepler de iletilmekte ve çoğunluk toplum ile göçmen azınlık arasında tartışmalara yol açmakta.

ALMAN GÖÇMEN STRATEJİSİ TÜRKİYE’YE ÖRNEK OLUR MU?

Farklı etnisiteye sahip milyonlarca insanın Türkiye’ye göç etmesi, Türk toplumu ve siyaseti için bir imtihan niteliği taşıyor. Her ne kadar Suriye, Afganistan ve Afrika ülkelerinden gelen göçmenlerin çoğunluğu ile din kardeşliği olsa da, dil ve kültürel farklılıklar oldukça derin.

Bugün Türk kamuoyunda Prof. Ümit Özdağ gibi siyasetçilerin söylemlerine şahit olan ve özellikle Avrupa’daki ırkçı hareketleri ve siyasi söylemleri yakından takip eden herkese bu nefret dili tanıdık gelecektir. Yıllardır işçi göçü sebebiyle yabancı ve İslam düşmanlığının muhatabı olan Türk toplumu içerisinde bir kesimin kendisi yabancı düşmanı ve ırkçı söylemler ile kamuoyu oluşturması, üzerine düşünülmesi gereken bir konu.

Türkiye, halkının sağduyulu ve paylaşımcı yaklaşımı sayesinde milyonlarca mülteciye kucak açtı. Dünyada bitmeyen savaşlar ve siyasi krizler, iklim değişikliği ve afetler yeni göç hareketlerine yol açması ve gelen mültecilerin çoğunluğunun geri dönmeyeceğini kabul etmek gerekir. Türkiye’de bulunan göçmen sayıları göz önünde tutulduğunda, bütüncül ve uzun vadeli bir göç eylem planına ihtiyaç duyulduğu söylenebilir. Birçok bakanlığın ve kamu kurumunun koordinasyonunu gerektiren göç konusunun bir bakanlık çatısı altında yönlendirilmesi doğru yöne doğru atılmış ilk adım olabilir.

Almanya’nın uzun yıllar göç ülkesi olduğunu kabul etmemesi üzerine ötelediği uyum politikaları daha sonraki yıllarda farklı sorunlara yol açtığını göz ardı etmemek gerekir. Türkiye’nin ihtiyacı olan bütüncül yaklaşımı sağlayacak olan ve uyum konusunda istikamet belirleyecek olan siyasettir. Siyaset ve bürokraside göç konusunda farkındalık oluşturmak, BAMF muadili bir kurum olan Göç İdaresinin kurumsal yapısı güçlendirmek acil atılacak adımlar içerisinde olabilir.

Türkiye’nin bürokratik işleyişi göz önünde tutularak çalışma, eğitim, sağlık, sosyal politikalar ve kültür gibi farklı bakanlıkların çalışmalarının koordine edildiği alternatif bir yönetim modeli geliştirilebilir. Nitekim Almanya modelinin Türkiye’de uygulanabilir olması kurumların çalışma kültüründeki farklılıklar sebebiyle zor gözükmekte.

Altındağ ve farklı yerlerde yaşanan üzücü olayların bir daha yaşanmaması için yerel düzeyde (il, ilçe, belde) diyalog platformlarının oluşturulması toplumsal birliğe önemli katkı sağlayabilir.

Güvenilir ve doğru bilgi kaynakları ile göç konusunun siyasi olarak suiistimal edilmesinin önüne geçilebilir. Bilimsel veri üreten kurumların kapasiteleri geliştirilebilir veya göç çalışmalarını önceleyen yeni oluşumlar desteklenebilir. Göç konusunda eylem ve söylem birliğinin oluşturulması, bir taraftan Türkiye’nin toplumsal birlik ve refahına katkı sunarken, diğer taraftan uluslararası platformda temsil ettiği politik önceliklerin ve değerlerin etki alanını da genişletecektir.

 

Schreibe einen Kommentar