Avrupa Birliği

Avrupa Birliği küresel aktör olabilir mi?

Ekonomik gücü ve ticari kapasitesi ile ABD ve Çin’in ardından üçüncü büyük aktör olan AB, aynı performansı güvenlik ve savunma alanında küresel anlamda gösteremiyor. AB, Çin ve ABD arasında satranç taşına dönüşmemek için kendini yeniden konumlandırmaya çalışsa da, bir taraftan AB ordularındaki asker sayısının yetersizliği, öte yandan farklılık gösteren karar alma mekanizmaları ve ülke çıkarları, Avrupa merkezli askeri güç oluşturma kapasitesini zayıflatıyor.
  • Beitrags-Autor:
You are currently viewing Avrupa Birliği küresel aktör olabilir mi?

Seçimlere katılmayarak aktif siyaset hayatını sonlandıran Almanya şansölyesi Angela Merkel, kamuoyunda çalışma ziyareti olarak adlandırılan ancak aslında veda ziyaretleri olan Fransa ve İsrail’in ardından bölgesel sorunların çözümünde kilit rol oynadığını her fırsatta dile getirdiği Türkiye’yi ziyaret etti. Merkel’in siyaseti bırakıyor olması her ne kadar Almanya için bir kayıp olarak görülse de, daha önemli olan Avrupa Birliği’nin (AB) dünya siyasetinde güçlü bir temsilcisini kaybediyor olması. Birliğin ‘toy ve hiperaktif çocuğu’ olarak görülen Macron’un karşısında ‘sağduyu ve dengeyi’ temsil eden Merkel’in bıraktığı boşluğu yeni şansölye adayı Scholz doldurmadığı takdirde 16 yılın ardından gelen değişimin Almanya siyasetinden çok AB siyasetini etkileyeceği söylenebilir.

Güçsüz hükümetler AB’ni istikrarsızlaştırıyor

Bu yıl birçok Avrupa ülkesinde yapılan seçimlerin ardından ülkeler yeni hükümet arayışında. Almanya seçimlerinde SPD’nin birinci parti çıkması ile Yeşiller ve Hür Demokratların dâhil olduğu merkez sol bir hükümetin kurulacağına kesin gözüyle bakılsa da, üçlü koalisyon anlaşmasının son haline getirilmesi yılsonunu bulabilir. Almanya’nın güney komşusu Avusturya’da rüşvet ve güveni kötüye kullanma iddiası ile hakkında soruşturma açılan Avusturya başbakanı Sebastian Kurz’un istifa etmesine rağmen ülkede siyasi istikrarın sağlandığı söylenemez. Mart’ta seçime giden Hollanda’da ise iki yüz günü aşan koalisyon müzakerelerine rağmen bir hükümetin kurulamaması erken seçim çağrılarına yol açarken Bulgaristan, 2021 yılı içerisinde 14 Kasım’da üçüncü defa seçime gideceğini duyurdu.

Öte yandan seçim sathı mailine girmiş olan Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un iç siyasetteki başarısızlığı ve artan üye ve destek kaybı sebebiyle partisine yöneltilen eleştirileri daha agresif bir dış politika ve popülist söylemler ile kompanse etmeye çalışacağı beklenebilir. Almanya yeni dönemde AB içerisinde liderliğini devam ettirmediği takdirde Macron’un Merkel sonrası oluşan boşluktan faydalanarak Fransa’nın ulusal çıkarlarını AB çıkarları üzerine koyması ve AB politikasını daha güçlü şekillendirmesi ihtimal dâhilinde.

AB karar mekanizmalarını zorlayan ve işleyişinde krize neden olan diğer iki ülke ise Polonya ve Macaristan. Polonya Anayasa Mahkemesi’nin AB Adalet Divanı (ABAD) kararlarının ulusal yasaların üzerinde olmadığına hükmetmesi, AB ve Polonya arasındaki güç mücadelesine yeni bir boyut kazandırdı. Nitekim AB müktesebatı, ABAD kararlarının üye ülkelerin ulusal mahkeme kararları üzerinde olduğunu vurguluyor. AB içerisinde yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü ve demokratik ilkelere aykırı davranmakla suçlanan bir diğer ülke Macaristan ise Polonya mahkemesinin kararını destekliyor.

AB içerisinde AB karşıtı bir kanadın gelişmesi, Avrupa Komisyonunu zorluyor. AB ilkelerinden uzaklaşan ülkelere karşı elinde sadece mali yaptırım tehdidi bulunan Avrupa Komisyonu, bir taraftan AB değerlerini korumak isterken, diğer taraftan Polonya ve Macaristan’ın AB’den uzaklaşmasını ve Brexit benzeri bir sürecin yaşanmasını engellemek istiyor.

ABD ve Çin arasında satranç taşı olmaktan korkan AB

Küresel aktör olmak isteyen AB’de savunma ve güvenlik alanında ABD’den bağımsızlaşması gerektiği fikri her geçen gün zemin kazanıyor. ABD merkezli güvenlik politikasını benimseyen AB’nin askeri gücü, AB dışındaki ülkelerin savunma ve güvenlik kapasitesi ile kıyaslandığında oldukça yetersiz. Ekonomik gücü ve ticari kapasitesi ile ABD ve Çin’in ardından üçüncü büyük aktör olan AB, aynı performansı güvenlik ve savunma alanında küresel anlamda gösteremiyor. AB, son yıllarda savunma ve güvenlik alanında yaptığı reformlar ile Çin ve ABD arasında satranç taşına dönüşmemek için kendini yeniden konumlandırmaya çalışsa da, bir taraftan AB ordularındaki asker sayısının yetersizliği, öte yandan farklılık gösteren karar alma mekanizmaları ve ülke çıkarları, Avrupa merkezli askeri güç oluşturma kapasitesini zayıflatıyor.

2000’li yılların başından itibaren farklı bölgelerdeki siyasi krizlerin etkisini AB sınırları dışında tutmayı başarı olarak gören Avrupalı siyasetçiler, Afganistan, Irak, Suriye gibi yakın coğrafyada devam eden çatışmaların sonucu olarak batıya doğru gelen insani göç dalgası ile AB savunma ve güvenlik politikalarında değişimin kaçınılmaz olduğunu gördü.  Özellikle uluslararası terörizmin etkilerinin Avrupa’yı “güvenli liman” olmaktan çıkarması, güvenlik algısında köklü değişimlere yol açtı. 

AB, 2003 yılında ilk defa temel hedeflerini belirlediği bir güvenlik strateji belgesi ile küresel aktör olma hedefini ortaya koydu. 2016 ve 2020’de yenilenen AB’nin Global Strateji Belgesindeki yol haritasının belirlenmesinde ve AB güvenlik ve savunma işbirliğinin artırılmasında Merkel hükümetinin gayreti ve Fransa ile işbirliği önemli bir yer tutmakta.

AB, uyum sürecinde ortak pazar ve ortak para birimi gibi birçok alanda ortak politika geliştirirken savunma iş birliğinin beklentilerin altında kalması, üye devletlerin ulusal egemenliğini kaybetme korkusu gibi AB içerisinde eski tartışmaların alevlenmesine yol açıyor.

Merkel liderliğinde Fransa’nın güçlü desteği ile Kasım 2017’de 23 AB ülkesinin imzaladığı ‘Daimi Yapısal İşbirliği Savunma Anlaşması’ – PESCO ile geçmişten bu güne devam eden Avrupa ordusu hedefine ve ortak güvenlik ve savunma projelerinde yeni bir aşamaya geçildi.

AB topraklarını ve vatandaşlarını korumak için kurulan PESCO’nun tarihi bir anlaşma olarak nitelendirilmesinin başlıca sebebi, daha önceki yıllarda yapılmış savunma ortaklıklarından farklı olarak taraf devletlerin taahhütlerinin hukuki açıdan bağlayıcı bir niteliğe kavuşmuş olması.

AB ‘gücün dilini’ konuşamıyor

Avrupa’nın ABD ve NATO’dan bağımsız bir savunma kabiliyeti geliştirmesini savunan Fransa’nın başını çektiği Avrupalı ülkeler ile dış ve savunma politikasında transatlantik ilişkileri merkeze alan Almanya gibi Atlantikçi ülkelerin, değişen küresel dengeler ile birbirine yaklaştığı söylenebilir. Almanya ve Fransa’nın öncülüğünde geliştirilen savunma ortaklığı, AB uyum sürecine iyimser bakanların “Avrupa Ordusu” veya “Süper Güç AB” hedefini desteklese de, PESCO ile kurulan yakın iş birliğinin Avrupa savunma politikasında temel değişikliğe yol açması ve konvansiyonel bir orduya dönüşmesi beklenmiyor.

AB, merkezi karar alma mekanizmalarını güçlendirmediği sürece, küresel güçte bir aktöre dönüşmesi imkânsız. Krizler ve yeni meydan okumalar karşısında siyaseten çıkmaz sokaktaymışçasına çaresizlik sergilenmesi, AB’li liderlerin bağımsız dış politika izleyen Türkiye ile ilişkilerinde de kendini gösteriyor. Türkiye ile yakın işbirliğinin AB’nin kriz bölgelerine nüfuzunu güçlendirecek olmasına rağmen ‘bekle-gör’ siyasetinden vazgeçmeyen AB için en tehlikelisi, siyasi otoritelerin, idealist veya realist perspektif fark etmeksizin, AB’nin içinde bulunduğu küresel çaresizliği özümsemiş olması

https://www.yenisafak.com/dusunce-gunlugu/avrupa-birligi-kuresel-aktor-olabilir-mi-3707444

 

Schreibe einen Kommentar